AFRİKA'NIN TAKSİMİ (III)

Ahmet Naim seksen yıl önceden emperyalist yayılmacılığa ve vahşete ışık tutuyor.

Abone Ol
AFRİKA’NIN ZENGİNLİKLERİ YAĞMA EDİLİYOR…
 
Yeni müstemlekelerle birlikte Avrupa’da ticaret çok genişlemiş; Afrika’nın tabii servetleri ile toprakaltı zenginliklerinin istismarı (sömürülmesi) için “Compagnie Africaine”, does Lacs”, Compagnie du Suud Africanie” vb. isimler altında şirketler kurulmuştur.
 
Bu ticaret teşekkülleri, bir taraftan Afrika’ da ki zenginliklerden azami istifa temin ederken, diğer taraftan da ortaya yeni yeni “heyet-i seferiye”ler (araştırma ekipleri) çıkartıyorlar; Afrika”nın yeni servet kaynaklarını bir araya toplayan yeni mıntıkaları (bölgeleri), hükümetlerinin de yardımıyla ve silah kuvvetleriyle kolonize ediyorlardı.
 
Fakat, bu kolonileştirme hareketleri, sükunetle ve tatlılıkla olup bitmiyordu. Barındıkları toprakların gaspedilmesine karşı durmak isteyen yerli halk kılıçtan geçiriliyor; köyler taş taş üstünde kalmayacak hale getiriliyordu. Direnen kabile reisler, “ibret için”, en korkunç işkencelerle öldürülüyordu.
 
“Esaretin ilgası” (esirliğin, köleliğin yok edilmesi) için(!) harbiden Afrika’nın yeni efendileri, müstemlekenin servetinden (zenginliklerinden) yeni esirlerin emeğiyle bol bol istifade ederlerken, ellerinden topraklarını aldıkları yerlilerin insan olduklarını düşünmek bile istememişlerdi.
 
En tehlikeli, en ağır işlerde ve en kötü şartlar altında, derilerinin siyahlığından başka kabahatleri (!) olmayan zencileri çalıştırıyorlardı.
Müstemlekelerdeki zencilerin yaşama ve çalışma şartları, bir köleninkinden çok daha fena idi.
İngiliz muharriri (yazarı) Wels, “Cihan Tarihinin Umumi Hatları” (Dünya tarihinin genel çizgileri) eserinde diyor ki:
“Afrika mücadeleleri esnasında yerlileri düşünen olmamıştı. Kongo’nun Belçika’ya ait kısımlarında kauçuk ziraatıyla işgale (çalışmaya) icbar edilen (zorlanan) zenciler, Avrupalı memurlarının tecrübesizliği yüzünden çok ızdıraba (acıya) dücar oldular ( katlandılar) Bazı ahvalde (durumda), zenciler hakkında müthiş mezalim (kıyım) tatbik edildi (uygulandı)fakat bu hususta hiçbir Avrupa devletinin eli temiz değildir.”
Wels’nin kısaca temas edip geçtiği Kongo vakayiyi (olayları) üzerinde biraz durmak, bize şartlar hakkında esaslı bir fikir vermeye yarayacaktır. 
Kongo adı verilen toprak parçası bölüşüldükten sonra, buralarda, geniş mikyasta (ölçüde) üç istismar (sömürü) şekli doğmuştu: Kauçuk ve orman istismarı ilk ikisiydi. Üçüncü ve en mühim (önemli) istismar şekli ise, en ağır iptidai (ilkel) tarzdaki insan istismarı idi.
Müstemlekeci devletler buraları işgal ettikten sonra, yerliler için çok kötü bir hayat başlamıştı. Çünkü, Afrika’nın göbeğine güya garp (batı) medeniyeti (uygarlığı) götürenler, her nedense, yerlilerle olan münasebetlerini bir angaryacının ödünç aldığı bir hayvanla olan münasebetinden ileri götürememişlerdi. Müstevliler (istilacılar), sadece, yerli halkın mabud (tanrı) gibi taptıkları kabile reislerini ele almayı, onlara muhayyel (hayali) rütbeler tevcihini (verilmesini) birer varyete elbisesi gibi baştan aşağı sırma ve boncuklarla bezenmiş elbiseler vermeyi ihmal etmemişlerdi!
 
Diğer taraftan, misyonerler aracılığı ile, zencilere, en çoğu taassup (körü körüne bağlanma) çerçevesi içinde hristiyanlık telkin edilmiş; bazı mıntıkalarda açılan papaz mekteplerine sadece kabile reislerinin ve köy ileri gelenlerinin çocukları alınarak onlara Kitab-ı Mukaddes (İncil) ile, “Ecdadımız Golualar mağaralarda yaşardı” diye kültür aşılamıştı: (Andre Gide, Voyage Congo).
Demiryolu inşaatında şose yapmakta, kauçuk istihsalinde (üretiminde) çalışan zencilere mükellefiyet (zorunlu işçilik) yüklenmişti. Çok ağır ve insanlık mefhumiyle (insanlık kavramıyla) talif-i imkânsız (bağdaşmayan) şartlarda çalıştırılan zenciler, tüm bu işlere cebirle (zorla) sürülüyorlardı. İşten kaçanlar, şirketlerin milis kuvvetleri (kolluk güçleri), hakiki (gerçek) bir insan avı şeklinde kaçanları takip ediyorlar; ele geçirilenler angaryaya sevkolunuyordu. Birçok zenci bu şartlarda çalışmaktan ise orman içlerine kaçarak ve çevrelerinde bulabildikleri ağaç kökü, yaprak, vb. gıdalarla, hayatlarını devam ettirmeyi tercih etmişlerdi. Fakat, bunlarda takip ediliyor, kulübeleri yıkılıyor, çocuklar ve kadınlar öldürülüyor, yakalananlar zincirlenip istihsal mıntıkalarına sevkolunuyordu.
Belçika Kongo’sundaki Matadi-Kisfasso arasındaki 400 kilometrelik demiryolu bu şartlarda yapılmıştı. Fransız Kongo’sundaki Brozzaville-Okyanus şimendiferi (demiryolu) insan hayatının korkunç bir müstehliki (tüketicisi) olmuştu. “Mecburi amelelik” usulüyle bu hat’ta sevkedilen zenciler, ta Bangi’den Brazzaville’ye, yani 15 günlük yola nehir vapurlarıyla, yiyecek ve yatacakları (yerler) düşünülmeden sürülmüşlerdi. Bu vapurların üstü açıktı. Güverte denilecek yerleri yoktu. Zenci amele, bu 15 günlük yolculukta, yarı fıçı biçimi erzak ve mahruhat (yakacak) ambarlarının kapakları üzerine yatmışlardı. Bu yüzden, uykuda iken nehire, nehirde kaynayan timsahların ağzına düşenler çok olmuştu. Yattıkları yerin üstü kapalı olmadığından vapurun bacasından zencilerin üzerine ateş yağıyordu. Sis, yağmur, üzerlerinden geçiyordu. İçlerinden birçoğu zatüreden ölmüştü.
 
                                                                                                  (Devam edecek)  


Haber : 

Abone Ol